NE VAR NE YOK

19.5.11

HAYAT KALDIĞI YERDE

Hayat kaldığı yerde

Yeni bir sabaha daha uyanmıştı. Her zamanki gibi erkenden perdelerini açtı. Yeni yeni aydınlanmaya başlayan gökyüzüne bakıp derin bir iç geçirdi. Sonra biraz evvel yanından kalktığı adamın çocuk yüzüne bakıp belli belirsizce gülümsedi. O gülümserken yüzünden düşen yıldızlar hem acıyı hem sevinci yansıtıyordu aynada.
İyi ki hala yanımdasın diyordu.
Keşke eskisi gibi ayağa kalkabilsen diyordu.
Ya bir gün senden önce uyanamazsam.
Masum bir bebek gibi uyuyan yaşlı adamın yanağına bir öpücük kondurup güne başladı.
Pembe rengi uçmuş sabahlığını üzerine geçirip, yatağın altında duran hafif topuklu terliklerine uzandı. Ayağa kalktığında beyaz saçlarını eliyle şöyle bir düzeltti. Her zaman aynaya bakıp kendine çeki düzen ver diyen babaannesinin sesi yankılandı kulağında. Eski zaman kadınlarının zarif inceliklerini takındı aynanın karşısında. Beyaz saçları kendiliğinden siyaha döndü. Kahverengi lekelerle dolu elleri beyaz bir pamuk tarlasını hatırlatıyordu. Yüzü aydınlandı. Yeşile çalan ela gözlerinden saçılan parıltılarla yatakta uyuyan adama bir kere daha baktı.
Çok uzun zaman olmuştu.
O hep gencecik kaldı, ben kocadım diye düşündü.
Yok aslında zor değildi. Beni en çok sessizliğin yordu.
Gardırobun kapağındaki boy aynasında uzun uzun kendini seyrettikten bir zaman sonra banyoya yöneldi. Hava hala aydınlanmamıştı. Evin içine dolan belli belirsiz sabah ışığında bir önceki geceyi hatırladı. Kızı, oğlu, torunları hep beraber yemek yemişlerdi. Şimdi bu belirsiz aydınlıkta onların yüzleri doldu odaya, sessiz sabah kalabalıklaştı. Evin içinde çocuk sesleri...
Bebek sesiyle uyandığımız günler ne kadar gerilerde şimdi.
Aslında o sesler sana daha yakın.
Bebektiler ağladılar.
Sonra kahkahaları doldu.
Karne kırıklarına ağlamaları, aşk acıları
Evden ilk ayrılıkları.
En son hangi sesi hatırlıyorsun?
Geceliğini çıkartıp gece yatmadan hazırladığı keten elbisesini giyindi, sonra mutfağa gitti. Artık gün ağarmış, dışarının sesleri artmıştı. Okula giden çocukların sesi, tek tük geçen arabaların motor sesleri, balkona konan güvercinlerin kanat sesleri tıpkı diğer sabahlardaki gibiydi. Sonra sabaha eklenen diğer sesler...
Ben yıllardır bu sesleri duyarken, sen hep sessiz kaldın.
Ocağın üzerindeki çaydanlıktan çıkan buhara baktı. Sonra kaynayan suyun sesini dinledi, dışarıda anne diye bağıran bir çocuğun sesini duydu. Buzdolabından peynir, zeytin çıkardı. Her akşam sokak kapısının tokmağına asılı bıraktığı bez torbanın içinde yine sıcacık ekmeğini buldu. Yorgun bacakları isyan edeli beri sabahları ekmeğini kendi alamaz olmuştu. İşte yine yeni bir gün başlıyordu. Radyoyu açıp sabah haberlerini dinlemeye koyuldu. Sonra sevdiği program başladı. Şarkılar, türküler...
İşte tam o şarkı çalarken yüreği yandı. Yatak odasına doğru koştu hızla. O masum çocuk yüzlü adam hala gözleri kapalı yatıyordu yatakta. Gözleri doldu, usulca yanına sokuldu.
-Ben seni unutmak için sevmedim....

Ter içinde sırılsıklam uyandı yaşlı kadın. Sabahın tüm ışıkları odaya dolmuştu. Duvardaki büyük çerçevede asılı duran fotoğrafa baktı. Fotoğraftaki adamın yüzü gencecikti. Henüz 32 yaşındaydı. Daha yaşamın kırışıklıkları değmemiş gencecik bir yüz. Öylece de kaldı. Yaşlanmayan bir adam. Kadın sonra yatağının boş kısmına baktı.
-İlk defa ikimizi de aynı yaşta gördüm, dedi fotoğraftaki adama.
-Sen yine konuşmuyordun ama aynı yaştaydık. Sensiz 50 yıl nasıl geçmişti? Sensizliğimi senle geçen on  yılımla teselli ettim. Bu bana yetti.
Yaşlı kadın yataktan doğrulup aynaya doğru yöneldi. Yüzünün bir yanına pencereden gelen güneş değiyordu, aydınlıktı. Diğer yanı yorgun ve yaşlı kalmıştı.
Yine sabah olmuştu. Hayat devam edecekti ve yüzünün tamamını pencereden gelen güneşe doğru döndürdü...

Aucun commentaire:

Enregistrer un commentaire