NE VAR NE YOK

16.5.14

KIŞ UYKUSU

KIŞ UYKUSU FİLMİ ÜZERİNE GENEL BİR YAZI YAZMADAN ÖNCE KİŞİSEL HİSLERİM...
 

Acılarım o kadar taze ki...üst üste yaşadığım kayıplar film seyretme heyecanıma gölge düşürmüştü....tam kül basayım dediğim zamanlarda da memleket acıları ekleniyor yüreğime...

soma ile başladı film...orada filmin kadrosunda da filmi izleyenlerde de somanın hüznü vardı...

bazen elden bir şey gelmediği zamanlar vardır...gülümsemek zorunda olurken bile için için yas tutmak...yönetmen ve oyuncuların tebessümlerine yansıyan buydu...

nuri bilge ceylan büyüklüğünü, ustalığını ve her seferinde kendini aşmayı başardığını bir kez daha gösterdi...

filmin gizli kahramanı bence ebru ceylan' dı...senaryo ve yapımdaki varlığı o kadar belirgin ki...

iyi ve başarılı bir yapımcı ile yol alıyor NBC, zeynep ozbatur atakan...

haluk bilginer için yazabileceğim kelimeler yetersiz kalabilir...sahnede devleşen hem de öyle böyle değil 
kocaman olan bir oyuncu...onu izlemek bir ayrıcalık...

demet akbağ içindeki kadınları çıkarttıkça ona hayranlığımızı artırıyor..o kadar yaşatıyor ki rollerini, bugünkü kırmızı kıyafeti içindeki zerafeti de örnek olacak nitelikteydi...

melisa sözen  genç ve olgun… şimdiye kadar izlediğim tüm film ve dizilerinde karşısındaki oyuncuya değer katan bir tavrı var…güzel gözleri o kadar anlamlı bakıyor ki…

serhat  kılıç, kızlarımın Salı gününü iple çektikleri dizinin ergun plağı…hamdi hoca kimliğini o kadar inandırıcı giyinmiş ki, onu hayranlıkla izleyen kızlarım bu halde görseler tanımazlardı..

nejat işler…oyunculuğuna ve hayata olan tavrına defalarca yazı yazdığım…onu hayata tutunmuş görmekten büyük mutluluk olamazdı bizlere…kısacık rolüyle filme ruhunu katmıştı yine…

ayberk pekcan, onun ilk kez bir filmini izliyor olmayı kayıp haneme yazdım ama dizilerden aşinayım oyunculuğuna…bulunduğu sahnelere hareket getirmiş…

tamer levent,  tiyatrocuların sinema yapması gerek hissini defalarca uyandıran ve haluk bilginer ile olan sahnelerindeki konuşmalar hiç bitmesin dedirten …

mehmet ali nuroglu,  sevdiğim bir dizinin yürekli kahramanı olarak tanıdığım oyunculuğunu diye her zaman ben de özel yeri olacak oyunculardan…kısa bir roldü fakat anlamlı bir karaktere hayat verdi ki…tam üstüne biçilmişti..

nadir sarıbacak  ilk defa dikkatimi çeken ve son sahnelerde filme kattıklarıyla akla kazınan

nuri bilge ceylan filmlerinin görüntü kalitesi ve büyülü ruhunda görüntü yönetmeni gökhan tiryaki’den bahsetmeden geçmek olmaz diye düşünüyorum…yönetmenle iklimlerle başlayan birliktelikleri devam ettikçe ortaya çıkan başyapıtların sayısı artıyor…

İKİ yıl sonra yeniden bir nbc filmi seyrettim cannes’da…ik filmi kasaba harici tüm filmlerini cannes’da seyretme fırsatı bulduğum için kendimi çok şanslı sayıyorum…

Artan diyaloglar, uzayan süreler ve sürekli çıtayı yükselten mükemmel oyuncularla yine doyumsuz ve defalarca seyredilecek bir film yapmış… festival filmi için hayli riskli uzun süresi, kısıtlı gösterimine rağmen çok yoğun ilgi aldığını gözlerimle gördüm…

Ve galiba NBC,  film uzunluğunu 3 saatten 5 saate çıkarsa bile o sinema koltuğuna çakılarak ve nefessizce izleyeceğimi biliyorum…çocukları birine bırakabilseydim…murat'ın peşine takılıp la licorne sinemasındaki 21 seansına da girerdim…ki şimdide ağustostaki vizyon tarihini beklemeye başladım…

Arasına ayraç koyarken hayallere daldığım rus romanları gibi uzun, kışın kasvetli ruhunu pencere önünde yağan kara bakarak geçirdiğim çocukluğum gibi anadolu, gençliğime ve birazda benliğime yapışmış hayatın felsefesi soruları gibi ruhumdan bir parça,

biraz ben, biraz sen , biraz hiç, biraz çok diyecek kadar düşündürücü, zamanın donduğu, zamanın durduğu…nerede olursan ol içindekinin sen mi yabancı mı olduğunu arayıp duran…
zenginlik, fakirlik, af etmek, özür dilemek, kıskançlık, pişmanlık, adalet, asalet…
sıralamakla bitmeyecek kavramları hayatın ocağında pişirmek…

ocakta yanan paranın kokusu da , kokudan tiksinilerek açılan camdan gelen soğuk da, gar binasındaki sobaya değen elin canı yanması da tüm canlılığı ile bedenime geçti…o kar beni zaman zaman titretti, ikram edilen adaçayı kokusu burnuma geldi , film o kadar gerçekti ki…

sinema hayattan bir kare çaldı yine…sinema memleket özlemime derin bir çizgi çekip yüreğimdeki yaraların hafif hafif kabuklarını kanattı…sinema yine beni  içine aldı…

ruhun salıncakta sallanması gibi birşey…gözlerim yorgun, bedenim çökük, ama ruhum garip bir boşlukta sallanıyor…

güzeldi….

sadece olağanüstü güzel…  

SunA.K.