NE VAR NE YOK

19.2.14

GRASSE


grasse


Merhaba,

Penceremden ışıklarını gördüğüm şehre ne kadar uzakmışım...

Çok olmadı, yaşamaya yeni başladığım bu şehri hep bir mola yeri gibi görmüşüm. Uzun otobüs yolculuklarından sonra dinlenilen terminal bankları gibi. Yolumu hep bir iş için düşürdüğüm şehirle yüzleşmeye daha çok zaman var belki.

Ben sadece otobüs durağında tesadüfen tanıştığım yaşlı bayanın düşlerini hatırlamaya çalışacağım. Henüz yağmurlar başlamamıştı, daha sıcaklardan da kavrulmamıştık. Yeni bir yerlerde yaşamaya alışmanın yabancısıydım sadece. En yakın markete ulaşma, en yakın otobüs durağını keşfetme telaşı vardı.

Eteklerindeki ağaçların arasına evleri serpiştirmiş şehir silueti bile görünmüyordu daha penceremden. Pencereler sonuna kadar açıktı ama ben daha başımı kaldırıp bakmamıştım.

Bir arkadaşın yolunu beklerken otobüs durağında, bir şehri keşfetmeye çalışacağımı ise hiç ummazdım.
Oysa dışarıdan zaman zaman gelen çiçek kokuları bu şehri anlatabilirdi. Buraya turist olarak yolu düşenlerin bile unuttuğu bir şehrin hikayesi mi var şu geceye düşen siluette?

Bir zamanlar buralar yemyeşildi diye anlatırken gözlerini, şimdi otel olarak kullanılan görkemli binaya dikmişti. Güneşin hafifçe değdiği yüzündeki kırışıklıklar ile pembe dudak boyası öyle tezattı ki.

Gözlerindeki aydınlık ve dudaklarının titreyen heyecanına bakıp, çiçek desenli elbisesi içinde incecik duran bu kadını gencecik bir kıza benzetebilirdim. Yıllar değmeseydi yüzüne, heyecanı daha dün gibiydi...

Ben buralarda doğdum dedi, kilise çanlarının arasından kulelerin yükseldiği eski şehri göstererek.
Şimdiki gibi bozulmamıştı buralar dedi kısıp gözlerini...
Adı gibi yemyeşildi ve bir parfüm cennetiydi Grasse dedi. Sonra belli ki taa o günlere gitti. Gözlerinde kiraz toplayan bir kız çocuğunun gülümsemesi, ellerinde lavanta kokuları. Biz yeni geldik buralara dedim. Ama yolum çok sık düştüğü için bilirim bu şehri dedim.

Biz şehrin eteklerine yerleşiyoruz, o taa kalbinde doğmuş.

Buralarda portakal çiçeklerinin kokusu vardı, sonra şu dağlardan gelirdi çiçekler ve lavantalar diye devam etti. Kendi öyküsünü ve gençlik parfümlerini hatırlayarak. Şimdi dedikçe içi acıyordu besbelli. Zamanında bu bölgenin parfüm ve dolayısıyla da ekonomi kenti, şimdilerde eski sokaklarında gezinen kedileri ve rutubet kokusunu hatırlatıyordu bana. Denizi tepelerinden seyreden bu şehir unutulmuşluğu ve kirlenmişliği anlatıyordu taş yollarında. Oysa ne çok hikayesi vardı, tıpkı bu yanımda gençliğini hatırlayan yaşlı kadın gibi ne çok asil ev sahibi.

Şimdilerde turistleri çekebilmek adına hala devam eden parfüm üretimi, şehri canlandıran üç parfüm şirketi ve sokak arası atölyeleri dışında bir de müzedeki eski fotoğrafları kalmış, dünyanın dört bir yanından gelen çiçek kokularının. Bir de şimdilerde burayı mekan tutmuşların bilmedikleri tarihi. Yaşlı kadın konuşuyordu, ne çok biriktirmişti ya da ne çok yaşamış. Bazen kaçırdım sözcüklerini, gözlerim tepelerdeki ağaçlarda doğduğum küçük şehrin boz tepelerinde buldum kendimi.

Şimdi penceremden siluetini sevmeye başladığım şehir, yitip gidiyor ve giderek kirletiliyor olsa da tarihinin sayfalarındaki parıltılı öyküleri dinlemek için otobüs duraklarında mola vereceğim tüm aydınlık yaşlı yüzlerin yanında. Onlara eskiyi hatırlatırken gözlerindeki parıltılara bakıp her şehri değerli kılan anıların peşinden yeni öyküler yazacağım. Ve artık karanlık ve pis sokaklarında çekinmeden gezinirken bu şehrin,parfüm işçilerinin çiçek kokularına karışan seslerinde eski şarkılarını dinleyeceğim.

Ve burada doğmamış olup buralı olmanın keyifli yanlarını bulmaya çalışacağım. Bir zamanlar okuduğum bir kitaptaki gibi sadece şehirleri değil, sadece sevdiklerim yaşadığı için bazı şehirleri de seveceğim.
Tıpkı burası gibi...



2003 Grasse

Aucun commentaire:

Enregistrer un commentaire